Vezir ve Hızır (1)
Sarı öküz fıkrasını okudunuz. Çıkartılacak çok ders var değil mi?
Kalleşliği, kazık atmayı, dostları satmayı, bencilik ve büyüklenmeyi, maşa ve maşanın kimler tarafından nasıl kullanıldığına dair az çok bir fikriniz oluşmuştur.
Bugün yine farklı politik bir fıkra ile yazımıza devam edelim.
Padişah vezirlerini yanına çağırıp ferman salmış.
Kim hızırı bulur veya Hızır getirirse ona bir sandık altın vereceğini ilan etmelerini emretmiş vezirlerine.
Vezirler tellalı çağırıp padişahın fermanını ilan etmesini istemiş.
Tellallar fermanın sonunda, Hızır olduğunu iddia edip ancak Hızır olmadığı anlaşılan kişinin kellesinin vurulacağını da ekliyorlarmış.
Padişahın fermanı duyan yoksul, ekmek bulsa katık bulamayan, katık bulsa ekmeği olmayan bir köylü, koşarak evdeki hanımının yanına gitmiş.
Durumu anlatmış karısına, padişahın karşısına hızırım diye çıkacağını, kellesinin vurulabileceğini söylerken, karısına en azından siz rahat edersiniz diye de eklemiş.
Karısı etme, gitme dese de yoksul köylü karısını dinlemeyip padişahın huzuruna çıkmak üzere saraya gitmiş.
Üstü başı perişan haldeki yoksul köylüye kapıdakiler; nedir isteğin diye sorunca köylü ben hızırım, padişahın huzuruna çıkmak istiyorum demiş.
Kapıdakiler padişahın huzuruna varıp, kendisine Hızır diyen biri sizi görmek istiyor padişahım demiş.
Padişah, bırakın gelsin deyince köylü kendisini padişahın huzurunda bulmuş.
Padişah köylüye söyle bakalım sen Hızır mısın diye sormuş.
Evet demiş köylü.
Padişah, o zaman Hızır olduğunu göster, ispat et bakalım demiş.
Köylü, padişahım önce vaat ettiğiniz altınları verin, evde karım bekliyor ona verip geleyim demiş.
Padişah köylünün isteğini kabul etmiş, sandık dolusu altınları vermiş.
Köylü altınları eve bırakıp geri gelmiş huzura çıkmış.
Padişahım, ben Hızır değilim, yoksuluz, evde yiyecek ekmeğimiz yok. O yüzden yalan söyledim deyince, padişah, huzurdaki üç vezirine dönerek, söyleyin bakalım bu köylüye nasıl bir ceza verelim diye sormuş.
Vezirlerden biri, efendim elini kolunu, bacağını kesip, çuvala koyup denize atalım demiş.
İkinci vezir, padişahım bunu çuvala koyup, sopayla döve döve öldürerek denize atalım demiş.
Üçüncü vezire gelmiş sıra.
Üçüncü vezir, padişahım sizin fermanınızdan sual olmaz. Ancak köylü yoksul, kimsesiz, aç sefil, evinde ekmeği olmayan garip biri.
Sen bu diyarın padişahı, hükümdarısın. Sana büyüklük yapıp affetmek düşer, demiş.
Padişah, titrer haldeki köylüye dönüp, duydun söylenenleri, sen ne diyorsun diye tekrar sormuş.
Köylü, padişahım şu vezirin babası kasaptı. Babası hep kesti, yüzdü, doğradı.
İkinci vezirin babası ise yorgancıydı. Elinde iğne iplik, çuval ve çubukla çalıştı.
Üçüncü vezire gelince, onun babası devlet adamıydı. Vezirleriniz gibi hüküm verdi, hüküm yürüttü. Her zaman adil bir devlet adamı oldu. Kimse adaletinden şikayetçi olmadı. Sizin gibi büyük bir padişahın yanına da böyle bir vezir yakışır deyince;
Padişah tekrar ; bırak vezirleri anlatmayı, söyle şimdi sen Hızır değil misin diye sordu?
Padişahım, ben buraya hızırım diye geldim ama Hızır olmadığımı söyledim.
Benim sayemde vezirlerini dinleyip ne olduklarını öğrendin. Size yakışır birde vezir buldun.
Ben Hızır değilim de neyim? deyince padişah düşünmüş hak vermiş ve affetmiş köylüyü.
-*/-*/-*/*-/-*/*-/-*/-*/
Vezir ve Hızır (2)
Dünkü fıkrayı okuyanların bir çoğu sanıyorum anlatılmak istenilen konuda net bir algıya ulaşamadı.
Veya anladı da, tam emin değil.
Bakınız Vezir ve Hızır fıkrası ile ne anlatılmak istenileni kısaca özetleyim size.
Türkiye’nin neresinde olursa olsun,ailesinde siyasetle uğraşan, esnaflık yapan, ticarette bir yere gelen, mahallesinde sevilen sayılan bir babanın veya dedenin torunu iseniz, ister istemez atadan gelen öğreti ile babanın yolundan gidilir.
Huyu ve husuyla, mimikleriyle, konuşma tarzı ve hareketleriyle, esnaflık anlayışı, siyasete bakışı ve hatta çevresindeki arkadaş ve dostlarına varıncaya kadar tamamı olmasa da çoğu karakteri baba veya dedesiyle örtüşür.
Hani derler ya, baba limon yemiş oğlunun dişleri kamaşır.
İşte böyledir genellikle.
Tıpkı çırak, kalfa ve usta misali gibidir aslında mesele.
Çırak kalfadan, kalfa ustasından gördüğünü yapmaz mı?
Dede, baba, oğul arasındaki ilişki de gerçekte böyledir.
Oğul babanın gölgesindedir, babasının asaletiyle teraziye alınır.
Babanın geçmişte yaptığı hatalar aynı zamanda oğluna selayet etmez mi?
Babanın dürüstlüğü ile taltif görmez mi geride kalanlar.
Yani bir nevi oğul babasının asaletiyle ya büyür veya küçülür.
-Siyaset
-Ticaret
-Görgü,
-Gelenek
-Görenek
-Hatır
-Gönül
-Vefalı bir büyük varsa geçmişte, takip eden nesilde de bunu görmek mümkün olabilir.
Tam aksine;
-Siyasette
-Ticaret de
-Görgüde
-Geleneklere bağlılıkta
-Hatır saymada
-Vefa göstermede bir sıkıntı varsa, yetişen nesilden yani oğlundan farklı bir şey beklemek hata olacaktır.
Çevrenize bakınız.
Siyaset yapanları, ticarette bir yere gelenleri, esnaflık ve idarecilik yapanları, yetki kullananları değerlendiriniz bir kere.
Sonra geçmişine gidip, biliyorsanız dedesini ve hatta babasını değerlendiriniz.
Oğlu ile yan yana koyup değerlendiriniz.
Farklı bir şey görebiliyor musunuz kendi kendinize sorun.
Üç aşağı beş yukarı fakra da bahsi geçen vezirlerin geçmişleri ile gerçek hayatta yaşananların farklı olmadığını söyleyebiliriz değil mi?
Netice itibarıyla bozuk bağlamadan doğru nota çıkmasını beklemek yanlış bir kanı olacaktır.
NİSAN ÇALIŞKAN….