Yıllar yıllar önce demişti ki Ertan bana:
“Aga benim bu işimi yap, dile benden ne dilersen sözüm söz, borcum borç!”
O iş,
En kısa zaman da yapıldı tarafımdan.
Sıra,
Verilen sözün tahsilatına geldi tabi.
Bu gün, yarın-bu gün yarın,
Seni-i devriyesi geçtikten sonra,
Biraz şaka,
Biraz sitem,
Biraz ütülmüşlük,
Daha çok da keriz yerine koyarak kendimi,
“Hacı, hani söz vermiş borcum borç demiştin nerde kaldı bizim alacak, nerde kaldı senin borç? O gün doğan çocuklar askere gidecek nerdeyse:
Kaldı ki,
Elle bitecek işini bitirdim senin… Oğlum, altı üstü ısmarlayacağın bir avuç pirinç, kıçı boklu piliç, birde yetmişlik rakı (yüzlük yada damacana üretimi yoktu o vakit!.) ben ses çıkarmadıkça sen de kulağının üstüne yattın bekliyorsun” dedim hayıflanarak.
Haklısın, sözüm söz, borcum borç, inkar etmiyorum!
Yalnız, tüm bunlar için söz mü vermiştim sana!..
Evet!..
Sözümü öpeyim! bak ne güzel diyorsun, söz vermişim, senet değil ki abi! dedi.
Devletin devlete borcu var, söz vermişliği var, alacak-verecek yönetmeliği var, sözün veriliş durumuna göre bireyin menfaatinin gözetilmesi var, köprü var, köprünün altından akan su var, o gün öyleydi, bu gün böylesi var, benim işimin bitmişliği, yüreğimin genişliği, göbeğimin şişmişliği var….
Hangisini sayayım sana abi, var oğlu var!..
Gel en iyisi,
Şu dediklerini sen al, yuvarlak bir masanın kenarında konuşlanıp,
Mevzu’u etraflıca tartışalım,
Ve
Kilisenin ışımasına sevinerek dua edelim!..
Yıllar geçti aradan!..
Söz verdim bir başkasına bir yıla yakın önce,
Sözümün arkasında durdum tüm değerlerimi sayarak hiçe.
Biliyorum söz vermenin ne anlama geldiğini, Söz verince senedin anlamsızlığını;
O bilmiyor umudu tükenmişlerin dünyasının karardığını.
İnsan oğludur!..
Küçüğü büyü olmaz,
Söz ağızdan çıktıysa yerine konmaz.
Sene-i devriyesi dolmak üzere…
Söz verdim, doldurdum sözümün arkasını,
Söz aldım, bekliyorum söz verenin sözünün etkisini.
Zaman daraldı!..
Geçen gün hem ömürden, hem umuttan.
Rakı-bira olmaz da,
Umarım:
Sinagog’un ışıdığına dua etmek zorunda kalmayız bu sefer.