Bir çok insanın severek dinlediği ama çoğumuzun hikayesini bilmediğimiz yaşanmış olan Zahidem türküsünün hikayesini hemşehrimiz Dr. İdrsi Karakuş yazdı.
ZAHİDE KURBANIM
Küçük yaşta annesini ve babasını kaybeden Arapoğlu Mustafa öksüzlüğün/yetimliğin ve yoksulluğun verdiği sıkıntıya bir müddet göğüs gerdikten sonra dayanacak hali kalmayınca yakın köylü Hacıpirzade Mehmet’in kapısına ırgat durur, kuzularını güder, becerdiği kadarıyla Mehmet Ağanın işlerine koşuşturur. Aylar, yıllar geçer…
Mustafa’nın geldiğinde henüz küçük bir çocuk olan Mehmet Ağanın kızı Zahide’de yavaş yavaş serpilmiş, gelişmiş, genç kız edasına bürünmüştür artık.
Zahide bazı işlerde Mustafa’ya yardım eder, onun buyurduğu yumuşları yerine getirir. Mustafa, Mehmet Ağanın aynı bahçe içinde verdiği küçük evde yaşadığı ve Ağanın işlerini sabahtan akşama kadar yaptığı için ailenin bir ferdi konumundadır.
Zahide, her geçen gün serpilip gelişmekte, büyüdükçe benzine genç kızlık edası düşmektedir. Zahide artık dikkat çekecek yaşta ve güzelliktedir.
Ağanın gönlü gönül de çobanın gönlü gönül değil mi? Çoban da bir insan, çobanın da bir gönlü vardır elbet. Hiç kimse kendi gönlüne sahip olamadığı gibi Mustafa da gönlüne sahip olamayacaktır.
Mustafa’nın gözü yavaş yavaş Zahide’nin üzerinde dolaşmaya başlar. Zahide’nin oturması, kalkması, gülmesi, yürümesi, konuşması Mustafa’nın ilgisini çekmektedir. Zahide bir şey sormak veya istemek için yanına geldiği zaman Mustafa’nın göğsü sızlamaya başlar, kanatsız kuşun çırpınması gibi yüreği palazlanır, eli ayağı dolaşır… Mustafa, tarifi mümkün olmayan ılık bir şeyin içinde aktığını hissetmeye başlamıştır.
Mustafa birgün yine erken kalkmış, bahçeye inmiş karıklara su tutmaktadır. Küreğin ucuyla da ark açarak suyun hızlı akmasını sağlamaya çalışmaktadır. Küreğe dayanmış suyun akışını seyrederken dalmıştır hayallere…
Zahide de o gün erken kalkmış, helkeleri almış, köy çeşmesine gitmiştir. Helkeleri doldurmuş gelirken Zahide’yi Mustafa görür. İki elde iki helke… O salınış… O endam… Mustafa zaten küreğe çenesini dayayıp karığın başında suya bakarken başka bir âlemdedir. Zahide’yi görünce küreği bırakıp ona doğru koşar. Zahide’nin ellerinden helkeleri almak ister. Zahide’nin gözleriyle gözleri çakışır. O anda iki ayrı yürekte iki ayrı şimşek çakar.
O şimşek…
O şimşek mısralara dökülür:
Baharınan coşar Cender’in özü
Kum gibi kaynıyor Zahide’nin gözü
Eğer ki ahbaplar sorarsa onu
Hacıpiroğlu’ndan Mehmet’in kızı
Mustafa’nın gönlü bir kuştur, uçar gider Zahide’ye konar. Artık Zahide Mustafa’nın hayallerini süslemektedir:
Zahide kurbanım sallama beşik
Beni genç yaşımda sen ettin aşık
Kadir Mevlâ’m senden bir yar isterim
Ağ buğday benizli zülfi dolaşık
Mustafa’nın yüreğinde yanan kor ateş yakıp kavurmaktadır içten içe… Ümitsizlik, edepsizlik, çaresizlik kement atmıştır boynuna, pranga vurmuştur ayaklarına… İlham vermiştir yüreğine:
Ayınan doğar da gününen aşar
Zahide’mi görenin tebdili şaşar
İyinin kaderi kötüye düşer
Diken arasında kalmış gül gibi
Yanıp tutuşan yüreğini Zahide’ye açamaz Mustafa. Dumansız bir kor ateş yakar derinden derine. Gizli gizli içindeki Zahide’ye döker derdini:
Zahide kurbanım dar günüm dardan
El eder Zahide’m iğdeli bağdan
Kekiline sürmüş kokulu yağdan
Derdin beni del’eyliyo Zahide’m.
Zahide, Mustafa’nın sevdasından uzun bir süre habersizdir. Mustafa’nın tarak alması, her fırsatta saçlarını taraması, Zahide’ye dalgın dalgın bakması, ona yakın durmaya çalışması, sık sık kendi kendine mırıldanarak türküler söylemesi Zahide’nin annesinin dikkatini çeker. Artık yetişkin bir kız olan Zahide’yi annesi devamlı kollamakta, öyle sallan seyip gezmesine, bahçede dolaşmasına izin vermemektedir. Mehmet Ağa da sürekli tembih etmektedir. Mustafa da bunun farkındadır. Mustafa’nın derdini dökeceği bir sırdaşı, arkadaşı, akrabası yoktur. O ancak söylediği dörtlüklerle teselli bulmaktadır:
Kömür gözlüm al eline kalemi
Söyleyim de yaz başıma geleni
Zalim baban seni bana vermez ya
Hani göster açlığından öleni.
Artık yaz olmuş, arpalar ağarmış, kavrama zamanı gelmiştir:
Arpalar yetti de girdik yolmaya
Kurban olam kolundaki burmaya
Karar verdim kız ben seni almaya
Esen yelden kokun gelir Zahide’m.
Anlatamaz Mustafa derdini kimselere, söyleyemez içinden geçenleri, duygularını Zahide’ye. Kendi kendine mırıldanır ancak:
Kurban olam Alişen’e Duran’a
Müjdeler veririm yari bulana
Zahide’m benziyor çölde ceylana
Ceylana avcı ben olam Zahide’m.
Zahide, Mustafa’nın bakışlarından, ilgisinden hatta sözlerinden anlamıştır ki o âşık… Artık Zahide de bu aşka kayıtsız değildir. İlgi karşılıklı olmaya başlar ya yasaklar da başlar. Artık Zahide’ye eskiden olduğu gibi yakın değildir. Zahide de yasaklara rağmen Mustafa’ya yakın durmaya çalışmakta, bazı işveler yapmakta, Mustafa’nın ilgisini çekmek için giyinip kuşanmakta, güzel kokular, lavantalar dökmektedir. Mustafa tarladan gelirken Zahide’yi iğdeli bağda görür. Şöyle seslenir:
İğdeli bağda da çilpi deşirir
Zahide’yi gören tebdilin şaşırır
Yoksa hânenizde misafir mi var
Elini yakarak kahve pişirir.
Zahide’nin de Mustafa’dan hoşlandığı, hatta onu sevmiş olduğu hareketlerinden belli olmaktadır.
Mustafa bağdaki o sık iğde ağaçlarının altında kendi kendine türkü mırıldanırken Zahide bir fırsatını bulup bağa gider, iğde ağaçlarının yanından tesadüf geçiyormuş gibi yapar, Mustafa’ya bir boy gösterir, bir göz süzer, iki çift söz söyler, sohbet eder, eve hızla döner. Döner ya Mustafa’nın da insanlık hâlini koymaz…. Bu tür davranışların her tekrarı Mustafa’yı mum gibi eritmektedir.
Zahide, Arapoğlu’na sevdasını samimi arkadaşı Fadik aracılığıyla duyurmuştur. Onun getirdiği haberlerle de teselli bulmaktadır. Adeta Arapoğlu’ndan haber getirmesi için yalvarır Zahide:
Arapoğlu derler gayeten atik
Gözleri kara da kaşları çatık
Git nazlı yarden de bir haber getir
Bastığın yerelere kurbanım Fatik.
Askere alınmış, ülkenin var olma yok olma mücadelesinin yapıldığı dönemlerde dört yıl Zahide’den, köyünden ayrı kalmıştır. Hasret, sevdasını perçinlemiş, özlemini katmerlemiştir Arapoğlu Mustafa’nın.
Vatan borcunu tamamlamış, dönmüştür köyüne… Dönmüştür de köyüne kavuşamamıştır henüz hasretine… Kavuşmaya bir ümit de yoktur yakın gelecekte:
Çiçekdağı’nda da hiç gitmez duman
Zahide kurbanım hallarım yaman
Yapamadım şu babayın gönlünü
Fakir diye bana vermedi anan
Daha dayanılacağı kalmamıştır ve artık bu diyardan gitmek Mustafa için farz olmuştur. Burada hergünü bir azap olmaktadır, bu cefaya dayanacak hâli kalmamıştır. Zahide de gitmesine razı değildir; fakat o gidip çalışıp durumunu düzeltmek, Zahide’yi babasından istemek ve Zahide’sine kavuşmak düşüncesindedir.
Bir gün Mehmet Ağa’ya:
“Ağam, çok ekmeğini yedim, suyunu içtim. Küçükken kapına gelmiştim… Ben de çok hakkın var: Lâkin izin verirsen ben dışarıya çalışmaya gitmek istiyorum.” der.
Mehmet Ağa, Mustafa’dan böyle bir tavır beklememektedir. Ayrılmanın sebebini ve nereye gitmeyi düşündüğünü sorar. Mustafa’nın sebebi açıklaması zaten mümkün değildir, gideceği yer de henüz belirlenmemiştir.
Birkaç gün sonra Mustafa sırtında bir çuvalla hâneden ayrılır…
Yıllarca arayıp soran olmadığı gibi kendisinden de haber alınmaz. Mustafa’nın gurbette çektiği hasreti, acıyı Zahide de sılada çekmektedir. Mısralara döker duygu ve düşüncelerini:
Bu nasıl sevdaymış geldi başıma
Felek ağu kattı tatlı aşıma
Sevda çekenlere zor gelir gurbet
Gece gündüz elim kalkmaz işime
Ağlayarak yayığımı yayarım
Yarim gitti günlerini sayarım
Çıksa Büyüköz’e mendil sallasa
Islık çalsa ıslığını duyarım.
İzmir’e gitmiştir Arapoğlu Mustafa. Yıllar sonra orada hemşehrileriyle buluşmuştur. Gurbetin kahrını çekmek kolay mı? Hele bir de memlekette gönül kuşunun konduğu gül var ise…
Beraber çalıştıkları hemşehrisi olan arkadaşlarından Çiçekdağı’na gidip gelen olursa Yukarı Hacı Ahmetli’yi, Mehmet Ağasını, köyde olup bitenleri sorar. Bazen gelen haberler can evine ateş atar… Derdini döker mısralara Arapoğlu:
Zahide gurbanım n’olacak hâlim?
Yine bir lâf duydum kırıldı belim.
Gelenden gidenden haber sorarım
Diyorlar bu hafta oluyor gelin.
İzmir dağlarında esirim esir
Zahide gurbanım hep bende kusur
Eğer anan seni bana verirse
Nemize yetmiyor el kadar hasır.
Hezeli de deli gönül hezeli
Çiçekdağ da döktü m’ola gazeli
Dolaştım âlemi gurbet gezeli
Bulamadım Zahidem’den güzeli.
Zahide’nin hasretine bir de gurbetlik eklenince aç, susuz, perişan hâlde yaşam savaşı veren Mustafa hastalanır. Hastalığı “ince ağrı”dır. Dermansız bir derde tutulmuştur; derdi günbegün artmaktadır. Artık ümitleri kırılmaktadır. Maziyi hatırlayarak şöyle seslenir:
Alan harmanında ettim sözünü
Kaptım kekilini öptüm yüzünü
Bana çok gördüler Pir’in kızını
Sevgimiz mahşere kaldı Zahide’m.
Zahide de haber salmıştır gelenden gidenden Arapoğluna:
Aşağıdan sap kağnısı geliyo
Derdin beni elik elik eliyo
Kurbanlar olayım Kara Mustafa’m
Babam beni yad ellere veriyo
Mustafa, köyden gelen hemşehrilerinden Zahide’nin Molla Hasan ile evlendiğini öğrenmiştir. Molla Hasan, Yukarı Hacı Ahmetli köyünün beceriksiz, kuru sıska gençlerinden biridir. Zahide’nin Molla Hasan ile evlenmiş olmasını hiç hazmedemez, sinir krizleri geçirir, hastalanır, yataklara düşer. Duygularını şu mısralarla dile getirir:
Kurban olam Alişen’e Hacı’ya
Zahide’m de düşemedi kocaya
Yalnız sana değil ey allı gelin
Kurbanım yanında giden sucuya
Yine doğdu Ülker ile Terazi
Zahide’m de has bahçenin kirazı
Kaderin öğünsün bacaksız oğlan
Şu yalan dünyada aldın murazı
Sevdiğine kavuşamayan, bir kötünün koynunda yaşamak zorunda kalan Zahide de sevdanın yakan ateşinde kavrulmuş, düşüne düşüne bilinmez bir derde tutulmuştur. Derdinin adı: ince ağrı. İnce ağrı iki aşığın ortak paydası; biri İzmir’de, biri Yukarı Hacı Ahmetli’de. Zahide artık yalvarma, feryat etme noktasına gelmiştir.
Coşkuna da deli gönül coşkuna
Aşkından Zahide döndü şaşkına
Sensiz edemiyom nazlı civanım
N’olur bir yol görün Allah aşkına
Kış aylarında İzmir’de çalışan ve bahar mevsiminde çiftçilik işleri başlayınca köylerine dönen Çiçekdağlı hemşehrileri Mustafa’ya “Köye gidelim diye” teklifte bulunurlar.
Mustafa’nın artık takati kalmamıştır. Ölümün adım adım yaklaştığını hissetmektedir. Ölüsünün gurbette kalmasından da korkmaktadır. Hiç olmazsa Zahide’nin yaşadığı yerde mezarının bulunmasını istemektedir. Belki dünya gözü ile Zahide’yi bir kere daha görebilirim düşüncesiyle hemşehrilerinin teklifini kabul etmiştir.
Köye dönüş hazırlıkları tamamlandıktan sonra yola çıkış için acele etmektedir. Arkadaşlarına şöyle seslenir:
Haydin uşak Sahiplik’i geçelim
Seyrek’in başında bir su içelim
Sağ olur da memlekete varırsak
Karaçalı dibinde çanta açalım
Mustafa’yı köyün hasreti sarar. Ölmeden bir daha köye varmanın, Zahide’yi dünya gözüyle görmenin heyecanını yaşamaktadır. Köye varınca kendisini tanıyıp tanıyamayacaklarını, bu hâliyle itibar görüp görmeyeceğini, akrabalarının ilgisini düşünür:
Aslımı sorarsan Çiçekdağlıyım
Felek vurdu kollarımdan bağlıyım
Eğer ahbapların sual ederse
Orta Hacı Ahmetli Arapoğlu’yum
Mustafa köyüne kavuşmuştur; ama Zahide’sine bu dünyada asla… Ömrünün kalan kısmını Zahide için söylediği dörtlüklere dert dökerek geçirmiştir. Yaşamak denirse eğer yaşamıştır; denmez ise yaşam ile ölüm arasındaki kıskaçta çile doldurmuştur:
Anamdan doğalı çok çektim cefa
Şu yalan dünyada sürmedim sefa
Çile kervanında bir garip yolcu
Orta Hac’Ahmetli Arap Mustafa
Umutsuz bir aşkın iki kurbanı… Bu dünyada eremediler muratlarına; ancak, vefalı dostları, köylüleri ve akrabaları tarafından yan yana hazırlanan mezarlara defnedilirler. Yukarı Hacı Ahmetli Köyü Camiinin avlusunda yatmaktadırlar. Kavuşamayan iki aşığın aşkları bugün dillere destan oldu, oluyor…
Zahide’m kurbanım sallama beşik
Beni genç yaşımda sen ettin aşık
Kadir Mevlâm senden bir yâr isterim
Ağ buğday benizli zülfi dolaşık…
İzmir dağlarında esirim esir
Zahide gurbanım hep bende kusur
Eğer anan seni bana verirse
Nemize yetmiyor el kadar hasır…
Kurban olam Alişen’e Hacı’ya
Allı gelin düşemedin kocaya
Yalnız sana değil Zahide’m
Yanın süre giden sucuya…
Ayınan doğar da gününen aşar
Zahide’mi görenin tebdili şaşar
İyinin kaderi kötüye düşer
Diken arasında kalmış gül gibi…
Zahide kurbanım dar günüm dardan
El eder Zahide’m iğdeli bağdan
Kekiline sürmüş o güzel yağdan
Derdin beni del’eyliyo Zahide’m
İğdeli bağda da çilpi deşirir
Zahide’yi gören tebdilin şaşırır
Yoksa hânenizde misafir mi var
Elini yakarak kahve pişirir.
Kurban olam Alişen’e Duran’a
Müjdeler veririm yari bulana
Zahide’m benziyor çölde ceylana
Ceylana avcı ben olam Zahide’m.
Yine doğdu Ülker ile Terazi
Zahide’m de has bahçenin kirazı
Kaderin övünsün bacaksız oğlan
Şu yalan dünyada aldın murazı…
Hezeli de deli gönlüm hezeli
Çiçekdağ da döktü m’ola gazeli
Dolaştım âlemi gurbet gezeli
Bulamadım Zahide’mden güzeli…
Çeşmenin başında yunak taşısın
Gökte dönen tek turnanın eşisin
Elli kızın, yüz gelinin başısın
Ceren avcın ben olayım sevdiğim
Kömür gözlüm al eline kalemi
Söyliyeyim de yaz başıma geleni
Zâlim baban seni bana vermez ya
Hani göster açlığından öleni…
Zahide gurbanım ne olacak hâlim?
Yine bir lâf duydum kırıldı belim.
Gelenden gidenden haber sorarım
Diyorlar bu hafta oluyor gelin…
Haydin uşak Sahiplik’i geçelim
Seyrek’in başında bir su içelim
Sağ olur da memlekete varırsak
Karaçalı dibinde çanta açalım
Bu dörtlüğü şu şekilde de dinledim:
“Gün doğmadan Güllüce’yi geçelim
Seyrek çeşmesinden bir su içelim
Kısmet olur Zahidem geri dönersek
Karaçalı’da da bohça açalım”
Arpalar yetti de girdik yolmaya
Kurban olam kolundaki burmaya
Karar verdim kız ben seni almaya
Esen yelden kokun gelir Zahide’m.
Baharınan coşar Cender’in özü
Kum gibi kaynıyor Zahide’nin gözü
Eğer ki ahbaplar sorarsa onu
Hacıpiroğlu’ndan Mehmet’in kızı
Kay’altında olur bağın iyisi
Bağda biter badem ile kayısı
Hiç yoğumuş Zahide’nin dayısı
Dayının gönlünü et kara gözlüm
Bu dörtlüğü şu şekilde de dinledim:
Ziyaret’ten görülür Cender’in özü
Kum gibi kaynıyor Zahide’nin gözü
Aslını sorarsan Hacıpirzade Mehmet’in kızı
Alan harmanında ettim sözünü
Kaptım kekilini öptüm yüzünü
Bana çok gördüler Pir’in kızını
Sevgimiz mahşere kaldı Zahide’m…
Anamdan doğalı çok çektim cefa
Şu yalan dünyada sürmedim sefa
Çile kervanında bir garip yolcu
Orta Hac’Ahmetli Arap Mustafa
Aslımı sorarsan Çiçekdağlıyım
Felek vurdu kollarımdan bağlıyım
Eğer ahbaplarım sual ederse
Orta Hac’Ahmetli Arapoğlu’yum…