GündemKöşe YazılarıManşetSiyaset

Haber71.Net - Google News | Abone Ol

Çalışan Gazeteciler Günü dolayısıyla önceki gün Zaman Gazetesi’nin verdiği sabah kahvaltısına katıldım.

Teşekkür ediyoruz incelik gösterdiler.

Fakat dikkat edilecek olursa Çalışan Gazeteciler Günü ilk defa kutlanmıyor.

Çalışan gazetecileri hatırlamak ve dolayısıyla kutlamak yıllardır devam eden bir gelenektir.

Farkına vardığımız daha doğrusu farklı bir yaklaşımı gördüğümüz ilktir.

Gerçi ne fark ediyor ki?

Türkiye’de son 10 yıldır o kadar çok ilkler yaşandı ki şaşırmıyoruz artık.

Geriye bakıp düşünmek yetiyor.

Bir nevi Türkiye’de taşlar yerinden oynadı adeta.

1980 öncesinde halk caddeye ve sokağa çıkmaya korkarken, bugün ise en üst düzey bürokrattan tutunda en alt kademedeki memuruna varıncaya kadar, herkes adım atmaya korkar hale geldi.

Bırakın normal hayattaki alışılagelmiş sıradan yaşamların sorgulanması endişesini, geçmişinden bile kaygı duymaya başladı insanımız.

Dün yaptıklarının yanlış olduğunu, Atatürk devrim ve inkılaplarına, devletin yasa ve yönetmeliklerine aykırı davrandığını bildiği halde, hukuk düzenine karşı çıkıp güya fişlendiğini zannederek, isyan bayrağı açan zihniyet, bugün seslerini yükseltip adeta geçmişin hıncını almak üzere dört koldan saldırıya geçmiş gibi bir görüntü sergiliyor.

Madalyonun ters yüzü döndü neredeyse.

Memleketin çivisi söküldü.

Dünün mağdurları(!) bugün ellerindeki yetkiyle suç yaratıp, ardından yarattıkları suçlara ortakçı çoğaltmayı bir görev haline getirdi.

Tüm kurumlar, sivil örgütler, kendi zihniyetinden olmayan anlayışa sahip toplumlar diken üzerinde.

Bir sabah vakti yataklarından kalkıp işyerlerine gidip gitmeyeceklerinin güvensizliğini yaşıyor herkes.

-Esnaflık bitti

-İş bulup çalışmak ne mümkün

-Memur karnını zor doyurur hale geldi

-Emekli geçinmeyi unuttu, 30 yıllık emeği ile hak ettiğini kaybetmenin endişesini yaşıyor

-İşçi sokaklara çıkıp hakkını arayamıyor

-Sendikalar sesini yükseltemiyor.

-Baskı ve korku, devletini, cumhuriyetini, Büyük Önder Atatürk’ün mirasını koruyup kollayanların tepesinde bir balyoz gibi duruyor.

-Ergenekon’dan çıkıp, tüm dünyaya hükmeden bir milletin evlatları, sindirilmiş, ürkütülmüş, köşeye sıkıştırılmış, kafasına çuval geçirilip örselenmiş, Türklüğün gurur ve kudretine sahip çıkamaz hale gelmiş.

– Giderken kına yakılıp gönderilen, şan olsun, canlar feda olsun, vatan borcu diye koşarak giden Mehmetçik dahi, bugün şüpheye düşürülmüş durumda.

Dağdan inenlere kucak açılıp istihdam olanakları son haddine kadar zorlanırken, milyonlarca işsiz gencimiz kahvehaneleri dolduruyor.

Kimsenin özeli yok artık.

Yatak odalarına kadar girilir hale geldi.

Yarın, bugünden daha iyi olacak beklentisi, yerini bugünü de atlattık “şükürcülüğü” ne dönüşmüş.

-Bilginler

-Zenginler,

-Devletçiler,

-Cumhuriyetçiler,

-Laikçiler

-Atatürkçüler

-İşsizler

-Çalışanlar

Ve sendikacılar yarından endişeli.

Gerçekten soruyorum size.

Yarın var mı, yok mu?

Yarın mı daha iyi olacak, yoksa en iyi bir gün daha geçirdiğimize sevinelim mi?

Kime sahip çıkalım sonra?

Baskı ve korku ile sindirilen aydın insanlara mı, yoksa oduna, kömüre, kuru ekmeğe, papuca, elbiseye muhtaç bırakılan insanlara mı?

Siftahsız dükkan kapatan esnafa, emeğinin karşılığını alamayan işçiye, memura ve emekliye mi acıyalım, yoksa emekliliğin tadını çıkarmak isterken demir parmaklıklar arkasına konulan Atatürkçülere mi?

Cehalete mi yanalım, aydınların cehalete yenik düşmesine mi?

Peygamber ocağına balyoz vurup dağıtmaya çalışanların kanından mı şüphe edelim, Peygamber ocağına şehit olsun diye ana kuzularını gönderenlerin kanından mı şüphe duyalım?

Siz söyleyin Allah aşkına!

Sadece Zaman Gazetesi’nin gösterdiği inceliğinden mi alınalım, yoksa hafta geçmiyor ki, Türkiye’de ilklerin yaşanmasından mı alınalım?

Mutlu mu olalım, yoksa artık bir şeylerin değiştirilme zamanının geldiğine mi inanalım.

(Devamı yarın)

Neye inanalım, kime güvenelim?(2)

Anlaşılacağı üzere Türkiye çivisi sökülmüş, korkulu ve kirli oyunların, baskı ve zulümlerin ateşli çemberin içinde ezilerek bu günlere geldi.

Demokrasinin hakim olduğu, hukukun üstünlüğü, adaletin hüküm sürdüğü, huzurlu bir toplum, müreffeh bir Türkiye beklenirken, adeta geçmişin tozlanmış sayfaları açılarak hınç alındı bir nevi.

Dünün mağdurları(!) iktidar yandaşlığından aldığı güç ve pervasızlıkla yürüttüğü linç girişimine, milletin canını yakarken gülenler, aynı kaderi yaşayacaklarını unutmuşlardı belli ki.

Şapka düştü kel göründü de, hınç almak hırsıyla yola çıkanların yolu bir anda kesildi bugün.

Dün iktidarın kolları arasında kuvvet gösterisine soyunanlar, bugün kuyruklarını altlarına alıp masum tiplemeleriyle aynı kaderi paylaşmanın sancısını yaşıyor.

Türkiye’de yaşanan zalimliklere karşılık yazıktır yapmayın, etmeyin diye bir zamanlar aman dilenenlerin bugün masum eda ile aynı kaderi paylaşmaları ne derin bir acı değil mi?

İşte geçen gün Çalışan Gazeteciler onuruna verilen yemekte tüm bunlar film şeridi gibi gözümüzün önünden geçmedi desek yalan söylemiş oluruz.

Esasen sabah kahvaltısında beklentimiz oydu ki, mevzunun iç yüzünü anlamak.

Birde defterin öteki yüzünü açalım ki, kim zalim kim masum görelim.

İkna olalım, varsa bir yanlış anlaşılma en azından Türk halkını kurtaramasak da içimizdeki vesveseden kurtulalım.

Kim kimi kullanmış, kim kime oyun yapmış bilelim.

Fakat ne mümkün.

Siyasi iradenin altında kükreyip, zalimlik ve zulmün her türlüsünü icra eden anlayış gitmiş, masumluğun gölgesine sığınmıştı.

Tüm suçlu siyasi iradeydi.

“İktidarın kurum ve kurumlarıyla zalimliği yapanlarda onlar” denildi.

Siyasi manevra ile siyasi ikbal için kullanıldıklarını, Deniz aşırı yerden ülkenin ikbali için yapılan önerilenlerin ise, siyasi iradeye karşı bir hareket olarak algılandığına işaret edildi.

Hizmet hareketinin varlığından ve hedeflerinden bahsedildi sonra.

Eğitime katkıları, toplumsal kazanımları, insani yaklaşımları, manevi ihtirasları, Ekonomi anlayışları, siyasi düsturlarına dikkat çekildi.

Eğitim kurumlarıyla gençlere eğitim verilirken, topluma kazandırılan gençlerle manevi bir mutluluk duyulduğuna işaret edildi.

Hiçbir zaman siyasi bir ikbal düşünülmediği hatırlatıldı.

Kısaca anlatılan veya anlatılmak istenenleri can kulağı ile dinledik yemekte.

İkna olduk mu peki?

Şahsım adına pek ikna olduğum söylenemez.

Zira, Türk halkı ötekileştirilirken, ayrımcılığın en zalimi yapılırken, insanlar birey olarak alt ve üst kategoriye konulurken, aynı anlayışın devam etmesi, doğrusunu söylemek gerekirse ikna olmaya yetmemişti.

Yalnız bir şeyi daha gerçekten bilmek isterdim.

Devlet kurumları içerisinde hizmet hareketini benimsemiş olanların, Türkiye’de zalimlik ve zulümlerle ilkler yaşanırken, siyasi iradenin maşası olmak yerine neden itiraz etmedikleridir?

Sonuç olarak aklıma gelen ve düşündüğüm doğrular var.

“Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste.” derken atalarımız ne güzel söylemiş.

Bugün yaşanan işte bundan ibaret, hepsi bu.

Bugün belki siz olacaksınız, yarın siyasi iradenin mazlumların ahı ile helak olmayacaklarını kim garanti edebilir ki?

Sizlere mi güvenmeli, siyasi iradeye mi inanmalı mıyız bilemiyorum?

- Kırıkkale Haber, Son Dakika Kırıkkale Haberleri

Haber71.Net Editör

Kırıkkale'nin Haber Portalı Haber71.Net'in editörü tarafından Kırıkkale haberlerinin son dakika ve hızlı bir şekilde ziyaretçilerine ulaştırmayı hedeflemektedir.
Başa dön tuşu